1 Nisan 2011 Cuma

68 Mayısı vs. 2011 Nisanı


 68 Paris’inin kaldırım grafitlerinin de söylediği gibi barikatların yalnızca sokakları kapayıp yollar açtığı, hayal gücünün gerçekliğe karıştığı, satılan mutluluklarını çalmak isteyen kırmızı bereli kızların, uzun saçlı, yuvarlak gözlüklü gençlerin, yaşam felsefeleri; ‘Hiçbir şey yapma, mutlu ol!’ olan bir neslin, felsefeleriyle çelişerek pek çok şey yaptığı  bir dönem; 68 Mayısı. Rolling Stones’un Street Fighting Man’inin ve Bertolucci’nin üç kişilik ensest aşk hikayesi The Dreamers’ının  ilhamı, kimilerinin ‘devrim’, ‘kimilerinin bunalım’, kimilerinin de ‘katılım’ olarak tanımladıkları bu enternasyonal çığlık ne için yapılmış bir çağrıdır? 68 Mayısı nedir ve günümüz dünyasını nasıl etkilemektedir?

 ‘Post-68’ şeklinde tanımlanabilecek ‘68 sonrası bir dönem’den geçmekte olan bizler; şu an 68in doğurduğu temalarla yaşamaktayız. Bu açıdan bakıldığında 68; ahlaki ve kültürel bir sıçrayış olarak karşımıza çıkmakta, dönemde ‘tabu’ olarak nitelendirilen kavramların sokağın kendisinin ve daha da önemlisi siyasetin kapsamı içinde yer alması olarak tanımlanmaktadır.

68 hareketinin ne olduğu, hareketin amacından çok sonuçları ve etkileriyle açıklanmalıdır. Tanımlanmaya çalışıldığında; 68 ‘bir sahne değişikliği’ olarak algılanabilir. Nasıl bir sahne, nasıl bir değişiklik? 68 Mayısı siyaset sahnesini –siyasetin konuları- esnetmiş, bükmüş ve yeniden yapılandırmıştır. Savaş sonrası dönemin getirdiği ekonomik buhrandan ötürü ekonomik sorunların hakim olduğu siyaset sahnesi, 68 kuşağının çabaları ve dünya görüşleriyle yeniden inşa sürecine girmiş, siyasi özgürlüklerin yanı sıra; kültürel ve ahlaksal diyebileceğimiz sorunlar ve hak taleplerinin tartışıldığı, elli yılı aşkın bir süredir savaş korkusu, totaliter rejimler, ırkçılık ve seksüel bastırılmışlık kavramlarının köleleri olmuş öğrenci, işçi, öğretmen, aydın vb. grupların ‘Hangi alanda özgürlükleriniz varsa, hepsini istiyoruz!’ çığlığıdır 68.

‘Siyasetin konusu nedir?’ sorusu, ‘Sosyal hayatın tüm unsurları.’ cevabını almaya 68 hareketi ile başlamıştır. 68 modern hayatın yeni bir çağ açışı ve insanları yepyeni toplumsal çatışmalarla tanıştırışıyla anlam kazanmıştır.  Sheila Rowbothom’ın '68 ve Kadın Hareketi yazısı feminizm fikrinin yalnızca kadın-erkek eşitliği ve cinsiyet ayrımı tanımları gibi soyut, yüzeysel bir boyuttan, kaldırım taşlarının polislere atıldığı sokaklara, siyasi pankartlara taşınmasına ve nihayet üçüncü boyuta geçebilmiş olmasına değinmektedir. 68 hareketi yalnızca okullarında esen polis terörüne bir nokta koymak isteyen üniversite gençlerinin söylediği şarkılar değil, işçilerin, kadınların, eşcinsellerin, transseksüellerin de haklarını aradıkları bir arenaya dönüşmüştür. Peki aranan haklar ve istenen özgürlükler neye dayanıyordu? Dünyanın dört bir yanında sokaklara dökülen milyonların peşlerinde oldukları şey neydi?

Tanıl Bora ’68 Ruhu Nedir? yazısında ‘...hem meslekten siyasetçiliği, hem de sınırlı ve önceden belirlenmiş dar siyaset faaliyet alanını aşarak, yaşamın her alanını siyasallaştırmak. Yani, toplumun siyasallaştırılması değil, siyasetin toplumsallaştırılması...’ [1]kavramının önemine değinmiştir. Siyasetin toplumsallaşması kavramı anlaşılacağı üzere ‘toplumsal’ın bayrağı devralması, birey sorunlarının ön plana çıkması, ve bireylerin tekil olarak harekete geçebilmesiyle mümkün olmaktadır. 68 hareketi işte bu noktada devreye girerek, senkronize eylemleriyle şehirleri, ülkeleri, kıtaları sarsmış, 68 kuşağı ise; devlet işleyişini ve bakış açısını eleştirerek ötekileştirildikleri toplumu kritik yapmaya ve eleştirel düşünmeye zorlamıştır. Tanınma ve hak elde edebilme ideası, 68 kuşağının motivasyonu olmuş ve tüm kuşağı özneler olmak durumunda bırakmıştır. Tüm bunlar göz önüne alındığında, 68 kültürel ve ahlaki birikimi yeterli olan ülkelerin tümünde ses getirmeyi başarabilmiş, demokrasi ve modern düşüncenin gelişimine katkıda bulunmuştur.

Peki bir devrim olarak 68 ne anlama gelmekteydi? Hareket daha önceden belirlenen ‘Devrim’ modellerinden hiçbirine uymamaktaydı.[1]  De Gaulle’ün kendisinin dahi ‘kavranılamaz’ olarak nitelediği 68 hareketi; daha önce de belirttiğim gibi açıklamalarla değil, sonuçları ve getirileriyle tanımlanmalıdır. Habermas’ın ‘68 Mayısı?’ sorusuna cevabı, her şeyden yirmi yıl sonra CDU’nun aileden ve gençlikten sorumlu kadın bakanı Rita Süssmuth’a işaret etmek olmaktadır. Habermas; ‘68’den önce bir CDU hükümetinde bir liberal kadın politikacı zor yer alırdı.’[2] şeklinde eklerken de haksız değildir.

68, Rita Süssmuth örneğinde de görüldüğü gibi pek çok radikal değişime sebebiyet vermesine rağmen neden bir devrim olarak nitelenememektedir? 68 Mayısı, gerçekten de daha önceden yapılmış devrim tanımlarına uymuyordu. Daha önce tanık olunan ‘devrim’ lerin aksine, 68 hareketinde, tüm devrimlerin başrol oyuncusu olan yokluk bir etken bile değildi. Peki bu devrimcilik ruhu nereden gelmekteydi?  Devrimciler, ‘Devrim için ölmek değil, onun sayesinde yaşamak istiyorlar, dünyayı değiştirmeyi düşlerken işe kendi hayatlarını değiştirmekten başlıyorlardı.’ 




68’e kadar tanık olduğumuz tüm devrimler belli bir sınıf tarafından, başka bir sınıfı aşağı çekmek amacı taşımaktaydı. 68’e bakıldığında ise; bu anlayış ve motivasyonun tam tersi bir yaklaşımla karşılaşmaktayız. 68 ne bir işçi hareketi, ne de bir öğrenci hareketiydi. Buna ek olarak yalnızca tek bir mesaj da içermiyor, dünyaya sosyal, siyasi, ahlaki vb. pek çok alanda yepyeni görüşler sunuyor, insani yapıları yeniden inşa etmeyi başarabiliyordu.

68liler belli bir sınıfa karşı ayaklanmıyor, ‘sınıf’ fikrine karşı birleşmeye çalışıyorlardı. Tüm dönem gözden geçirilecek olursa bir öğrenci hareketi olarak başlayan olaylar ve eylemler zinciri; öğrencilerin işçi sınıfının tüm eylemlerinde aktif olarak bulunması ve işçileri haklarını aramaları konusunda teşvik etmeleriyle devam etmiştir. 68 kuşağının hayatın her alanında görüşler belirtmesi ve sınırsız özgürlük için çabalaması bu hareketi klasik ‘devrim’ tanımından farklı kılan bir başka unsuru daha ön plana çıkarmaktadır; Fransa, Almanya hatta ve hatta Vietnam Savaşı nedeniyle kamuoyu saldırısı altında olan Amerika Birleşik Devletleri bile bu farkındalık ve değişim ruhunu toplum olarak ulaştıkları seviyeye borçluydular.


İşte 68’i diğer devrim hareketlerinden ayıran en önemli özellik de budur. 68 dayanılamaz yaşam standartlarının, devrim uğruna ölmeyi göze alanların, ayaklanmaktan başka çaresi olmayanların hareketi değil; yaşanılan hayatın nasıl iyileştirilebileceğine yönelik, kültürel ve ahlaki anlayışın geliştirilmesi gerektiğini düşünenlerin entelektüel miraslarının sonucudur. Dünyanın dört bir yanındaki 68lilerin farklı amaçlarla yola çıkarak, farklı sonuçlar elde etmelerinin temel sebebi de budur. 68; toplumların benzer idealleri farklı dillere ve problemlere tercüme etmelerinin, ülkelerin kültürel birikimlerinin yeniden değerlendirilmesinin bir ürünüdür. İşte bu yüzden de herkes kendi 68'ini yaşamaktaydı.

Nazizm korkusuyla tir tir titreyen ve kendilerinden önceki neslin hataları altında ezilen Alman gençliği Frankfurt Okulları’yla, üniversite çağındaki gençlerin nedensiz yere silahlarla Vietnam’a yollanması ve ilham verici figür Martin Luther King’in suikastıyla baş etmeye çalışan Amerikanlar hippi yaşam tarzıyla, idamlarıyla tüm ülkeyi kaos ve yasa boğan Denizler ve takipçileri ise dağları ve kahvehaneleriyle yaşıyorlardı 68 Mayısını; ancak büyük final sahnesi ‘  Soyez réalistes, demandez l'impossible.’ –Gerçekçi olun, imkansızı isteyin!- diye haykıran Paris sokaklarında gerçekleşmişti. İmkansız gerçekleşmediyse de gerçekleşebileceği kanıtlanmıştı tüm 68 ideallerinin. 17 Mayıs 1968’de 200000 işçi grevdeyken, bundan yalnızca birkaç gün sonra bu rakam iki milyondan on milyona kadar yükselmiş, Fransız işgücünün yaklaşık olarak üçte ikisi çalışmayı bırakmıştı. Öğrenciler, öğretmenler, aydınlar vs. işçi haklarını savunabilmek için meydanlarda bir araya gelmişler, Paris, çağ açıp kapayan devrimci ataları gibi 68’de de muhteşem bir organizasyon ve bütünlük sergilemişti.

Fransa’nın şu anki politik konumuna bakıldığında, 68 kuşağının savunduğu ve uğrunda savaştığı tüm değerlerin, -her alanda açık fikirlilik, emeğe saygı, barış özlemi vs.-, bir hayli değiştiği görülmektedir. 68’in gelip geçici bir adrenalin şoku olduğunu düşünenler ve tüm olayların büyük bir başarısızlık olduğunu söyleyenler tezlerini bu gerçekler üzerinde şekillendiriyor olabilirler.


Günümüz üniversite gençleri iş bulabilmek ya da devlet hizmetlerinden yararlanma haklarını kaybetmek konularında endişelenir, Nicolas Sarkozy 68 hareketine ‘anarşi ve amaçsal görecilik’ etiketlerini yapıştırırken döngü tekrar tersine dönmüş, yaşamsal, ekonomik faaliyetler felsefi aktiviteleri minimum düzeye çekmeyi başarabilmiştir.

Ne kadar vahşi ve zor olsa da, hepimizin hayatlarımızın çeşitli dönemlerinde 68lere ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. 68’in kaosu ve şiddeti değil, dünya görüşü ve tutkusu burada bahsettiğim. 68 kuşağının entelektüel birikimi ve cesareti özellikle günümüz dünyası için hayati önem taşımaktadır. Nisan 2011'e baktığımızda bugün; Orta Doğu hareketi ile gurur duymalı, halk gücüne sonuna kadar inanmalıyız, yine... Bu kaotik devrimden 48 yıl sonra, 45 yıllık diktatörleri taşlamayı başaran komşularımıza şapka çıkarmalıyız, yine... Örnek almalı, sorgulamalı, okumalı, tepki vermeliyiz, yine...Bu önemi kavrayabilmek için maddi olmayanı ve şu an ülkemizde varlığını hissedemesek de hala bizlerde olan değerleri hatırlamalı ve tanımalıyız. Unutmamalıyız ki gerçekten de "Kaldırım taşlarının altında kumsal vardır".

[1] Bumin, K. (1998, Mayıs). ’68 Türkiye’de yaşandı mı? Birikim, 109, 61.
[2] Bumin, K. (1998, Mayıs). ’68 Türkiye’de yaşandı mı? Birikim, 109, 61
[3] Bumin, K. (1998, Mayıs). ’68 Türkiye’de yaşandı mı? Birikim, 109, 62.



[1] Bora, T.(1998, Mayıs). ’68 ruhu nadir? Birikim, 109, 92-95.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder