6 Kasım 2011 Pazar

Huxley ve Yeni Dünyası Revisited

Günümüz modern dünyasında, bilim ve teknolojideki çığır açıcı gelişmeler üzerine güçlü münazara ve tartışmalar yapılmaktadır. Bir takım etik ve ahlaki soruları beraberinde getiren klonlama ve buna benzer gelişmeler; çağımızın iletişim aracı internet ve internet üzerinden erişilebilecek uçsuz bucaksız bilgi havuzunda ve medyanın ‘eğlence’ başlığı altında seyircisine sunduğu alanlarda tartışılmakta, sansürlenmekte ve yargılanmaktadır. 21. Yüzyılda insanımız hayatın bu yeni bilimsel ve etik gerçeklerinin, yaşam kalitemizi yükseltebileceği veya toplum ve toplumsal yaşama büyük bir yıkım getirebileceği teorileri arasında kalmakta ve bizlere yabancı olan bu yeni konseptleri anlamlandırmaya çalışmaktadır. Birçoğumuza göre; klonlama, sansür ve yapay eğlence ürünleri yeni alışılan terimler olmalarına rağmen, Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sını okuyanlar, bu terimleri hatırlayacaklar ve yazarın yarattığı tüyler ürpertici kurgusal ütopyada bu terimlerin insanlık dışı karşılıklarının bulunduğu yeni dünya hükümetini anımsayacaklardır. ‘Cemaat, Özdeşlik, İstikrar’ anlayışı ile yönetilen modern, totaliter, ‘ideal’ dünya; Huxley’nin 20. Yüzyılda gözlemlediği tüm aksaklıkların absürt bir portresi olarak okuyucuya sunulmaktadır.
Cesur Yeni Dünya bir ütopya toplumunda istikrarın sağlanabilmesi için doğallık, ana-babalık ve bireysellik faktörlerinin yok edilmesi gerektiği teorisine değinmektedir. Tüm bu koşulların bilimsel olarak sağlanabilmesi romanda; ‘…Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar’ sloganının ağır bedeller ödenerek kullanılabileceği bir dünya yaratmayı başarmaktadır.
Cesur Yeni Dünya’daki olay örgüsü 26. Yüzyılda, dünyamızda gelişmektedir. Kitap hakkında uzun süre çalışan pek çok sosyal bilimci ve yazardan biri olan Nicholls analizinde roman atmosferini; ‘Bilimsel olarak planlanmış bir dünyanın iç karartıcı ve insanlık yoksunluğuyla sterilize edilmiş şekli ’ olarak tanımlamıştır[i]. On dünya denetçisi ile belirlenen toplumsal yapı ve değerler okuyucunun kanını dondurmakta, ‘ütopya’ kavramına yeni anlamlar yüklemektedir. Bebeklerin doğrulmak yerine laboratuvarlarda yapıldığı ve belli bir sosyal sınıfa ait oldukları bu modern kast sistemi; tüm bireylere sahip oldukları zeka, dış görünüş ve sosyal statüyü sevdirmekte; ve yeni dünya düzenine göre koşullanan bu yapay topluluğa kesin bir istikrar sağlamaktadır. Kitaptaki karakterlerin sık sık tekrarladığı gibi; değişim yeni düzende istikrara yöneltilen korkunç bir tehdit olarak algılanmaktadır. Yeni dünyanın yıkıcı problemi işte bu şekilde okuyucuya tanıtılmaktadır.
Romanın istikrar sağlanabilmesi için vazgeçilmez olarak gördüğü anahtar terim ise; bireyselliğin yok edilmesi olarak karşımıza çıkmakta. On dünya denetçisinden biri olan Mustafa Mond’un da söylediği gibi; ‘Toplumsal istikrar olmadan, medeniyetler kurulamaz ve bireysel istikrar sağlanmadan, toplumsal istikrar yakalanamaz’ [ii]anlayışı aynı gözüken ve aynı şekilde düşünen bireylerden oluşan bir toplum yaratmaya çalışan bir hükümet ihtiyacını doğurmaktadır. 
Huxley’nin ütopyası günümüz dünyası ve Türkiye’si ile bağdaştırıldığında izlenen hükümet politikaları bakımından şaşırtıcı birçok benzerlikle karşılaşmak mümkün. ‘Aşırılık’ olarak tanımlanan bireyselliğin ifadesi, ülkemiz eğitim kurumları ve kamu alanlarında kınanmakta veya yasaklanmaktadır. Bir örnek üniforma giymek zorunda olduğumuz lise ve ilköğretim yılları göz önüne alındığında, sosyal istikrarın sağlanmaya çalışıldığı eğitim kurumlarının yaratmaya çalıştığı yapay ‘birlik’ duygusu bir bakıma Huxley’nin yarattığı dünyanın izlerini taşımakta. Hükumet karşıtı propagandaların bastırılması, üniversitelerimizde çoğunluktan farklı düşünen bireylerin kendilerini ifade etme özgürlüğünün kınanması ve cezalandırılması günümüz dünyasında da bireyselliğin yok edilmeye çalışılması ve çoğulculuk kavramına karşı başlatılan savaş, 26. Yüzyıl ütopyası Cesur Yeni Dünya ile kıyaslanabilir mi? Modern dünyada ‘itaat olgusu’ nun önemi nedir? Huxley’nin dünyası bu soruya şüphe götürmez bir cevap veriyor. ‘İtaat’ dünya denetçisi Mustafa Mond’a ve modern dünyanın pek çok bireyine göre barış içinde yaşanabilecek bir dünyanın temel taşı olarak karşımıza çıkmakta, itaat ve kabullenme olguları Huxley’nin ütopyasını saat gibi işleyen bir sistem haline getirmektedir. Yeni düzenin bireyleri bilindiği gibi çeşitli ırklara-kast sistemi- mensuplardır. Alfa, Beta, Delta, Gamma ve Epsilon halkları üyeleri sınıfları içerisinde aynı görünüş, zeka ve yeteneklere sahip ve bulundukları konumdan memnun olmak üzere koşullandırılmış bireylerdir. Herkesin bulunduğu yerden memnun olduğu ve koşullanma gereği hissetmek, düşünmek, tarihi merak etmek ve herhangi bir felsefi aktivite ile ilgilenmenin tabu olduğu; aile, ahlak ve tek eşlilik gibi kavramların müstehcenleştirildiği yeni dünya düzeni ‘Herkes herkese aittir.’ Ve ‘Herkes, yarı-moron Epsilonlar bile önemlidir’ [iii]anlayışıyla ayakta durabilmektedir.
İnsanımız bugün cehaleti ve görmezden gelmeyi hayat felsefeleri olarak benimsemiş, bilgiye hemen ve anında ulaşabilme düşüncesi cazip olmanın yanı sıra; ‘akıllıca’ ve ‘pratik’ sıfatlarıyla nitelenmiş ve pazarlanmış bulunmaktadır. Yeni düzenin ulaşamadığı sınırlı bölgelerden biri olan New Mexico’daki vahşi ayrı bölgesinde yaşayan ve hayatını Sheakspeare’in eserleri üzerine şekillendiren roman karakterleri John Savage’ın toplum dışı bırakılması günümüz entelektüelleri için bir uyarı haline mi gelmiştir? Her türlü bilginin basite indirgenmeye çalışıldığı yaşayan organizma medya; Venedik Taciri’nin internet özetinin, edebi eser metaforlarının birkaç cümle ile açıklandığı web sayfalarının, klasik romanlar ve müzisyenlerin isimlerinin yalnızca Simpsonlar programından öğrenildiği zamanımızda Huxley’nin soma sı ile aynı işlevi görmektedir. 

Değinilen noktalara geri dönüldüğünde Huxley’nin satirik, kara bilim kurgu baş yapıtı; Cesur Yeni Dünya’nın, yazılış tarihi 1932’den neredeyse bir asır sonra, yazarın değindiği ve alaya aldığı pek çok noktanın günümüzde adım adım gerçekleşmekte olduğuna tanık olmaktayız. Medyanın insanımıza uyguladığı manipülasyon; her türlü entelektüel çabanın minimum düzeye çekildiği ‘basite indirgeme’ politikası, hepimizin hazin sonu olacak tüketim çılgınlığı, toplumsal itaat ve istikrar olgularının özgünlük ve bireyselliğe açtığı soğuk savaş ve totaliter rejimin ideal bir yönetim şekli olarak sunulması dünyamızın ilerlediği yolda tüm okuyucuları yoğun bir eleştiri yapmaya teşvik etmektedir.
Yazarın 20. Yüzyıl başlarında kaleme aldığı, 26. Yüzyıl kurgusu, tüm okuyucuları 21. Yüzyıl hakkında düşünmeye sevk etmektedir. Günümüz dünyası ‘enformasyon çağı’ olarak adlandırılmış olmasına rağmen; sanat, edebiyat ve ana bilim dalları değersizleşmiş, ‘felsefe yapmak’ deyimi "boş konuşmak" anlamı taşımaya başlamıştır.
Nicolas Berdiaeff roman ve ütopya ile ilgili son düşünceyi en iyi şekilde dile getiren satırları yazmayı başarmıştır:
‘Utopias appear to be much easier to
realize than one formerly believed.
We currently face a question that
would otherwise fill us with
anguish: How to avoid their becoming
definitively real?’[i]
Yukarıdaki anekdot, ütopyaları anlamanın gerçekleri anlamaktan çok daha kolay olduğundan bahsetmekte ve okuyucuya sormaktadır; ‘Onların gerçekleşmelerini nasıl engelleyeceğiz?’


[i] Berdiaeff, Nicolas. (1932). Cesur Yeni Dünya. (iç kapak) 



[i] Nicholls, Andrew. (1991). On brave new world. Tv writing. The UK.
[ii]Huxley, Aldous. (1932, 1946). Brave new world. (Çev. Ü. Tosun, 1999). İstanbul: İthaki.
[iii] Huxley, Aldous. (1932, 1946). Brave new world. (Çev. Ü. Tosun, 1999). İstanbul: İthaki.