22 Nisan 2012 Pazar


         YALNIZLIĞA BİR AĞIT
Yönetmen koltuğunda Zeki Demirkubuz, başrolünde ise TV komedilerinin karakteristik oyuncusu Engin Günaydın’ı izlediğimiz Yeraltı 12 Nisan 2012’de 31. İstanbul Film Festivali kapsamında sinemaseverlerle buluştu. Demirkubuz’un Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar romanından serbestçe uyarladığı film, yalnızlık ve nefret üzerinden bireyin varoluşsal sorunlarını masaya yatırıyor.
Yeraltı, her şeyden önce acımasız bir yalnızlık öyküsü… Hikâye başkarakter Muharrem’in ağzından, elinden düşürmediği “yumurta”sı, başka insanların hayatlarını gözetlediği dar ve karanlık penceresi ve kendini bir böcek gibi gördüğü bataklıkta, Ankara’nın solgun sokakları üzerinden anlatılıyor. Dünya edebiyatı tarihinin en ünlü anti-kahramanlarından olan Dostoyevski’nin “yeraltı adamı”, Demirkubuz’un gözünden tembel devlet memuru Muharrem Bey olarak beyaz perdeye yansıyor. Kendi takıntılı dünyası içerisine hapsolmuş, anti sosyal, entelektüel ve aşırı hassas karakter, yaşadığı toplum içerisindeki ahlaki çürümeden kaynaklanan tiksinti ve kalp kırıklığı ile sürekli bir yalnızlaşmaya maruz kalıyor. Muharrem’in kendi gözünden çizdiği rahatsızlık verici ve yoğun porte; karakterin kendisine zarar veren saplantı ve eğilimler, “utanç verici” ye duyduğu doymak bilmez arzu ve yer yer izleyiciye aktarılan anlatıcı “dış ses” ile renkleniyor.
Demirkubuz’un tüm başkarakterleri gibi Muharrem de hasta, sorunlu bir kişilik olarak resmediliyor. Çabuk sinirlenen ve başkalarının kendini küçük gördüğü düşüncesini bir türlü üzerinden silkemeyen kahraman, kendi başına yaşadığı köhne binada vahşi hayat belgeselleri izleyerek mastürbasyon yaptığı koltuğunda hayatını sürdürüyor. Özgüven sorunlarıyla felç olmadığı anlarda, karanlık sokakların, “yeraltı” insanlarının arasında fahişelerle tatminsiz sekse razı olan Muharrem, kıskanç, karanlık, sevgisiz doğasıyla hem kurban, hem de bir kötü adam.  
“Akıllı bir adam kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz” diyen Muharrem’in hikayeyi en saf formunda özetlediği, “izolasyon” ve “yabancılaşma” nın dahiyane sinematografik unsurlar ve ses oyunları ile anlatıldığı Yeraltı, mutlaka izlenmesi ve arşivlenmesi gereken bir başyapıt.

20 Nisan 2012 Cuma


"Erkek Ne Der" Demeden...


1966 yılında ABD’de vizyona giren, başrollerini Elizabeth Taylor ve Richard Burton’ın paylaştığı ünlü dram filmi Who is Afraid of Virginia Woolf ’u çoğumuz hatırlıyoruzdur. ABD gösteriminden yaklaşık bir yıl sonra “Kim Korkar Hain Kurttan?” ismi ile Türk izleyicilerin karşısına çıkan filmin, Victoria Devri modernist İngiliz yazarı “hain kurt” olarak tanımlamasına şaşmamalı. Olaydan kırk beş yıl sonra Türk medyası Woolf’u halka açılamamış bir lezbiyen, “hayalperest” bir feminist sözcükleriyle tanımlamış iken üstelik…
Televizyon, radyo, gazete ve internet gibi pek çok alan üzerinden günün 24 saati boyunca erişebileceğimiz uçsuz bucaksız “bilgi” okyanusuna bir adım geriden; sırtımıza yüklenen kimlikler, önyargılar, ötekileştirmeler ve aşağılamalardan arınarak “şöyle bir dönüp” bakıyor muyuz? Günümüz medyasınca topluma açık ve örtülü olarak empoze edilen “eril”, “şiddet yanlısı”, “nefret saçan” dil ve kültürü gözden kaçırıyor muyuz? 8 Mart 2012’de yayın hayatına adım atan “Ve yazıyoruz. Erkekler ne der diye düşünmeden yazıyoruz” sloganıyla kendilerini Virginia Woolf ile özdeşleştiren Jin Haber Ajansı ellerini çırparak dikkatleri bize çekmek için, objektiflerini “azınlığa”, “mağdura”, “hedef gösterilene”, “lanetlilere” çevirerek yazıyor. Şimdi hep birlikte dönüp bakalım “Hain kurttan gerçekten de kimler korkuyor?”  
Diyarbakır'da on kadının bir araya gelerek kurduğu Jin Haber Ajansı (JİNHA) haber müdüründen muhabirine, kameramanından fotoğrafçısına, yaşları 23-35 arasında değişen genç kadın kadrosuyla Türk medyasının taşlaşmış eril dilini kırma konusunda oldukça kararlı. Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olmak üzere üç ayrı dilde yayın yapan haber ajansını kendilerine yönelttiğimiz sorular üzerinden cesur ve samimi yaklaşımlarıyla Kürtçe Haber Müdürü Hangül Özbey ve Türkçe Haber Müdürü Hazal Peker’den dinledik.  
JİNHA’nın çıkış noktası, ajansın kuruluşunu tetikleyen olay, haber ve tutumlara değinmesini istediğimiz Özbey basın kurumlarındaki köklü deneyimlerini baz alarak, “Kadın konusunda medyadaki eril dilden duyduğumuz rahatsızlığın sona erdirilmesi gerektiği noktasında hemfikirdik. Genel olarak düşünüldüğünde, gazetelerde 3. sayfa dediğimiz haber sayfasında kadın hep 'lanetli', 'mağdur', 'maktul', 'pornografik malzeme' ya da 'ihanet etmiş ve hak ettiği cezayı almış' olarak yer bulabiliyor. Ben ve arkadaşım Hazal bu gidişata “dur” demek için JİNHA’yı kurma kararı aldık” derken, Peker ise “Medyanın toplumda bir kültür yaratma konusunda çok etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla medyanın dili ve kadına bakış açısının değişmesi toplumu ciddi şekilde etkiler. Gazetecilik yapan kadınların hepsi bilir, kaleme aldığımız haberlerin son kontrollerini yapan haber müdürleri ya da genel yayın yönetmenleri hep erkekler olur. Bu çok rahatsızlık veren bir durum! Erkek arkadaşlar cinsiyetçiliğe varan bir dil kullanmaya çok yatkınlar ve bu konuda hassas/sorgulayıcı değiller.” diyerek ekliyor, “Okuyucuların medyadaki eril dili sorgulamaya başlayacağını ve bunun basına da etkisi olacağını düşünüyorum. Kuşkusuz bu, uzun süreli bir değişim. Bunun farkındayız. Ama başaracağımıza inanıyoruz.”
Özbey “Türkiye'de "medya dili" bilinçaltı ve üstü seviyelerde sizce ne tip mesajlar veriyor? Medyada temsil edilen karakterler konusunda- Türk, Kürt, Kadın, Eşcinsel- doğal bir hiyerarşi söz konusu mu?” sorusuna ilgi çekici ve somut örneklerle “Mevcut medya dili, kadına yönelik şiddeti ve kadın katliamlarını gerekçelendiren, normal gösteren, hatta birçok haberiyle buna teşvik eden bir dildir. 'Karı-koca', 'bilim adamı', 'iş adamı' gibi topluma aşılanan kavramlar, cinsiyet ayrımcılığının en somut örneklerinden sadece birkaçıdır. ‘Bomba gibi haber’ kavramı bile başlı başına medya dilinin ne denli şiddet içerikli bir dil olduğunu gösteriyor.” şeklinde yaklaşırken, Peker ise yaklaşımını “Cinsel tercihleri farklı olanlara da yaklaşım, ele alış korkunç düzeylerde. Basının yansıtmaları nedeniyle bu gün toplum gayleri, transları ellerinde bıçaklarıyla polise saldıran 'saldırgan insanlar' olarak belleğine yerleştirmiş durumda. Kürt dendiğinde de eril medya anlayışının bir sonucu olarak her an size zarar verebilecek bir insan aklınıza geliyor. Mesela arkadaş ortamlarında Kürtlerle tanışan Türk bireylerin, "Aaa sen Kürt müsün? Hiç Kürtlere benzemiyorsun" söylemlerini sık duyuyoruz”  şeklinde açıklıyor. 
JİNHA olarak tamamı kadın bir kadroyla değişimi hangi noktalarda ve metotlarda hedefledikleri konusunda Özbey “Medyadaki cinsiyet ayrımcılığına karşı, herkesin cinsel tercihine saygı duyma, şiddetsiz bir yaşam, kadın katliamlarına bir son verme, bu konuda duyarlılık yaratma, gelecek nesilleri de bu doğrultuda şekillendirmek istiyoruz” açıklamasını yapıyor. “Kadınları bugüne kadar üçüncü sayfa olarak gören, yaşamın her alanında yapılan haberlerde erkeğin statüsünü özne, kadının statüsünü ise nesne olarak veren haber tarzının artık topluma bu şekilde ulaştırılmasının önüne geçeceğiz” şeklinde konuşan Peker ise JİNHA’nın geleceğine inancını gözler önüne seriyor. 
“Sizce "kadın", "kürt" ve "kürt kadın"  medyada nasıl bir temsil şansı yakalıyor? Bu temsil Türk medyasının gelişim sürecinde evrildi mi, evet ise nasıl?” sorusuna ise “Medyada ‘kadın’, ‘kürt’ ve ‘kürt kadın’, öteki olarak görülen, bazı basın kurumları dışında temsil edilemeyen dezavantajlı kesimdir. Kürt kadını, 3 kez eziliyor. Bu temsil, Türkiye medyasının gelişim sürecinde maalesef tam olarak evrilemedi. Çünkü, medyada kalıplaşmış, taşlaşmış bazı kavramlar var ve bunların değişmesi de, ancak JINHA gibi basın kuruluşları ile mümkün olabilir diyoruz.” cevabını veren Özbey’e katıldığını belirten Peker de “Kürt kadını medyada hem haberde işlenişleri hem de diziler ve sözde 'kadın programları'nda aldığı şekil ile, oldukça cahil-bağnaz-köle şeklinde kodlanıyor.” şeklinde cevap veriyor.
Üç dilde haber yapmanın nasıl bir deneyim olduğu konusunda da tüm dünya kadınlarının sesi olmak istediklerini belirten Özbey ve Peker en yakın zamanda Arapça yayına da başlamak istediklerini belirtirken, Özbey “Dil ve kadın, birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrı düşünülemeyecek iki kavram aslında. Anadil dediğimiz kavram da, bunun bir küçük örneğidir. Kadınların dil zenginliği içerisinde iletişim kurması bizim açımızdan oldukça önemli bir durum.” Açıklamasını yapmayı ihmal etmiyor. Peker ise “Evrensel bir bakış açımız var. Türkiyeli halklar Türkçe, Ortadoğu'nun her yanındaki Kürtler Kürtçe, tüm dünya halkları için ise evrensel bir dil özelliği olan İngilizce ile gündemlerimizi paylaşmayı düşünüyoruz. Bu şekilde ortak gündem oluşturmayı hedefliyoruz.” cevabı ile JİNHA’nın evrenselliğe verdiği önemin altını çiziyor. 
Son olarak Özbey ve Peker’in ekip arkadaşlarıyla olan ilişkileri ve JİNHA'da bir iş gününün nasıl ilerlediği konusunda değiniyoruz. “Editörden kameramana kadro nasıl bir harmoni içerisinde?” sorumuza Özbey “Sabah ajansa gelir gelmez önce güler yüzle karşılarız birbirimizi. Sonra hemen gazeteler okunur, kadın ve toplum haberleri seçilerek, bu haberler üzerinde eğitim niteliği taşıyan tartışmalar yürütülür. Gazeteler bittikten sonra, gündem toplantısı başlar.” derken, ajansın yerli halktan bulduğu yoğun ilgiye de değinerek gündüz karşılaştıkları tatlı yoğunluk nedeniyle akşam daha verimli çalıştıklarını belirtiyor. Peker de JİNHA deneyimini “Yaşama dair her haberi kadın bakış açısıyla dünya kamuoyuna duyurmayı hedefleyen, kadının toprakla bağının güçlü olması gerektiğine vurgu yapan, kadının düşünsel olarak kendini güçlendirmesinin önemine dikkat çeken bakış açısıyla haber gündemimizi belirliyoruz. Bu esnada kadın özgün örgütlülüğünün aciliyetini esas alan, kadının, özgürlüğü için kesintisiz mücadele etmesi gerektiğine dikkat çeken bir çerçeve çiziyoruz. Gün içinde mutlaka toplumsal cinsiyetçilik üzerine eğitimlerimiz oluyor. Böylece kadını kendi içinde parçalayan ve neredeyse çalışamayacak duruma getiren erkek sistemine karşı, kendi kimliğini tanıyan ve seven, bir biri ile dayanışmayı esas alan bir çalışma alanı yaratıyoruz” sözleriyle özetliyor. 
Yaptıkları iş, kendilerini adadıkları maksat, kararlı, azimli ve barışçıl tutumlarıyla JİNHA özlemi duyulan, “ideal medya” nın en saf formu olarak okuyucu karşısına çıkıyor. Kadının kendi kimliği ile yaşama hakkının esas alındığı, gücün yüceltilerek iktidara ve sömürüye dönüşmediği, tüketimin değil, doğanın bütünlüğüne saygıyla, emeğin öne alınıp üretildiği, birilerinin özne birilerinin nesne olmadığı bir dünyaya duydukları özlem ile çalışan JİNHA muhabirleri “Barış sözü unutulacak, çünkü savaşın, katliam ve yıkımların olmadığı bir yaşamda 'Barış' ve 'özgürlük' sözlerine ihtiyaç olmayacak.” diyerek noktalıyorlar sözlerini.  “İnsanlık tarihinin büyük bir bölümünde ‘Anonim’ bir kadındı” diyen Virginia Woolf için, maskeleri düşürmeyi amaçlayan JİNHA, “eşitlik”, “barış”, “özgürlük”, “orijinallik” ile özlemini duyduğumuz “devrim” için hazır. Yeni medya ile çok yakında hiç kimse “hain kurt” tan korkmayacak!