13 Ekim 2010 Çarşamba

Üniversite Öğrencisi Olmak

Ücretli eğitim ve özel üniversiteler eğitim özelleştirildiğinden bu yana, devlet üniversiteleri ile neredeyse her kulvarda karşılaştırılmıştır. Bugün ‘özel üniversite öğrencisi’ kimliğimi bir kenara bırakarak, geçtiğimiz hafta boyunca yaptığım gözlemleri objektif bir şekilde aktarmaya çalışacağım.

İstanbul Ticaret Üniversitesi


Ev arkadaşımın okulu İstanbul Ticaret Üniversitesi, bu şaşırtıcı gezintideki ilk durağımdı. İstanbul Ticaret Üniversitesi Üsküdar kampusu, iskeleye on dakika yürüme mesafesinde konumlanmış, modern bir binada eğitim yapmakta olan  özel bir üniversite. İsminden de anlaşılacağı üzere, üniversite; ticareti bilimsel bir platforma taşımak amacıyla 2001 yılında İstanbul Ticaret Odası Genel Sekreteri Profösör Doktor İsmail Özarslan tarafından kurulmuş. İticu, aynı zamanda Eminönü ve Küçükyalı’da da yerleşkelere sahip. Ziyareret ettiğim Üsküdar kampusunde Fen- Edebiyat, ticari bilimler, lojistik ve iletişim fakülteleri yer almakta.

Okulla ilgili ilk gözlemim, giriş- çıkış denetlemesinin çok katı olmasıydı. Öğrencilerin güvenliği üniversitenin ilk önceliklerinden. Giriş- çıkış yapabilmek için, manyetik öğrenci kimliği bulundurmak şart. Benim okula girişim ise; ev arkadaşımın bana benzeyen bir tanıdığının kartını kullanmamla mümkün oldu. Kampuste banklar ve öğrencilerin ders aralarında zaman geçirdikleri bir çardak var. Çardak, okulun tabir-I caisse tanınmış ve ‘popüler’ öğrencilerine ait. Bu bana, her grubun kendi masasına sahip olduğu ve sosyal statülerde geçişin asla mümkün olmadığı Amerikan lise filmlerini anımsattı ve sosyal hiyerarşinin yüksek akademik kurumlarda bile varlığını sürdürdüğünü kanıtladı. Çardakta uzun saatler geçirmeme rağmen, orada vakit geçirenlerin tümü aynı öğrencilerden oluşmaktaydı. Geriye kalan gençler ise banklarda veya okulun içindelerdi.

Ülkemiz genelideki özel okulların aksine, Ticaret Üniversitesi otoparkı yalnızca akademik kadronun kullanımına açık. Okulun öğrencileri, yıllık 15000 liralık bir eğitim ücreti ödemekte. Bu ücret, Türkiye özel okullarının genelinden daha düşük bir meblağ. Bunun sebebi, okulun İstanbul Ticaret Odası (İTO) tarafından destekleniyor olması. Vakıf sayesinde, üniversite daha geniş bir ekonomik yelpazeye hitap edebiliyor.

Tüm bunlara rağmen, kampusun sosyo-ekonomik görünüşü, klasik bir özel okul stereotipi. Öğrenciler, dış görünüşlerine dikkat etmekte, markalı giysiler, teknolojik ürünler ve aksesuarlar taşımak sosyal statü belirleyebilmeke.

Üniversite öğrencileri, ücretli eğitimin getirdiği bir takım avantajların da keyfini çıkarıyor. Okul, spor salonu, yüzme havuzu, fitness, bilgisayar labaratuvarı, geniş ve güçlü kaynaklara sahip internet destekli bir kütüphane, sinema salonu ve iletişim fakültesi öğrencilerinin kullanımına açık stüdyolara ve amfilere sahip. Üniversite, kayıtlı öğrencilerinin hepsine (burs miktarı ne olursa olsun) dizüstü bilgisayarlar sağlamakta. Sosyal hayat oldukça renkli. Hoşgeldin  partileri, bahar şenlikleri ve organizasyonlar vakıf desteği ve eğitim ücretleri sayesinde sıkça düzenlenebilmekte.

Üniversite ile ilgili değinilmesi gereken önemli bir nokta da 2009-2010 akademik yılındaki rektör değişiminin okula getirip götürdükleri. Okulun eski rektörü Ateş Vuran,  din ve vicdan özgürlüğüne saygılı davranıp, derslere türbanlı katılıma onay vermişti; ancak okulun öğrencileri, rektörlüğün ve müfredatın yer yer Atatürk karşıtı ve iktidar yanlısı propagandalar yürüttüğüyle ilgili açıklamalarda da bulundu. Yeni rektör ile birlikte, üniversite, türban ve laiklik konusunda bir reform sürecine girmişe benziyor. Okulun Fatih Üniversitesi’nden gelen sekiz dekan değiştirmesinin yanısıra, türbanlı öğrenci sayısı da büyük bir artışa geçmiş bulunmakta. Yeni rektörün politikaları içinde bulunduğumuz öğretim yılında belirginleşeceğe benziyor. Öğrenciler geçtiğimiz yıl düzenlenen 10 Kasım anma töreniyle ilgili ise; ‘Hiç yapılmasaydı, daha saygılı bir tören olurdu!’ açıklamasını yaptılar. Bu ise rektörlüğün politik tutumu ne olursa olsun, kabul edilemeyecek bir saygısızlık.

Üniversitedeki olanaklar ve yaşam biraz sonra bahsedeceğim İstanbul Üniversitesi’ndekinden oldukça farklı. İTUCU’de geçirdiğim gün içinde konuşma imkanı bulduğum öğrenciler ise okul hayatlarıyla ilgili şunları söylediler.

Yusuf Karaca (21, uluslararası ilişkiler) ‘Her gün otopark parası vermekten bıktım, tüm gün okulda olduğumdan otopark ücreti vermek zorundayım! Neden okulumuz otoparkına park izni olmadığını anlayamıyorum!’ derken, Cansu Demir (20, istatistik) ‘Okulumun yerinin çok merkezi olmasından memnunum; fakat okulumuzda sigara satışının olmaması ve kampuste alkol alınamıyor oluşu festival zamanında bazı arkadaşlarımızın eğlence anlayışıyla çelişiyor. Rektörün alkol ve sigara kullanımına bakışı, öğrencileri kısıtamakta. Genç yetişkinler olarak, bu karar bize ait olmalı’ dedi. Doğal Erdoğan (20, istatistik) ‘Öğretim üyelerinin alanlarına çok hakim ve tecrübeli olmaları bizler için büyük bir fırsat; fakat akademik kadronun %70i, Yıldız Teknik, Marmara ve Mimar Sinan Üniversiteleri gibi devlet okullarının öğretim üyeleri olduklarından, devamsızlık, ofis ve ders saatleri konusunda esneklik sahibi değiller. Bu durum da bizler için sorunlar yaratmakta’ dedi.

İstanbul Ticaret Üniversitesi’ndeki gözlemlerim bu verilere dayanıyor. Öğrencilerin şikayet ve memnuniyetleri, okul hayatları, siyasi görüşleri, popülarite yarışı Türkiye’deki özel okulların çoğuyla benzerlikler göstermekte. Yaşam ve eğitim hayatları bazı aksaklıklar gösterse de, okul öğrencileri genellikle üniversitelerinden memnun.

İstanbul Üniversitesi


İstanbul Üniversitesi, bambaşka bir üniversite hayatına adım attığım ikinci durağımdı. Bilindiği üzere İstanbul Üniversitesi 1870 yılında Darülüfünun-i Osmani adıyla kuruldu. Türkiye’nin ilk yüksek eğitim kurumu olan İstanbul Üniversitesi, toplam 80000 öğrencisiyle Türkiye’nin en büyük, en fazla fakülteye ve bölüme sahip üniversitesi. Okulun uzun tarihi geçmişi, öğrencilerinin ortak bir düşünce tarihi geliştirmesini sağlamış olduğundan; üniversite öğrencileri fikir belirtmek, propaganda, eylemler vs. gibi konularda oldukça radikal ve aktifler. Bu fırsat, özgür düşüncenin geliştiği üniversitelerde büyük bir ayrıcalık olmakla birlikte, ihtilal öncesinde pek çok öğrenci ve öğretim görevlisi için büyük sorunlara ve yıkımlara da yol açmaktaydı. Siyasi fikir ayrılıklarının daha kısık bir tonda olduğu 21. yüzyılda, üniversite öğrencileri daha rahat ve güvende olsalar dahi, tutkulu öğrenciler eleştirmek istedikleri her konuda hala aktif ve senkronize eylemler ve protestolar düzenlemekteler.

İstanbul Üniversitesi, iki yıl önce atanan rektör Yunus Söylet yönetimine geçtiğinden bu yana, karışıklık dönemine ufak bir dönüş yaşandı. Üniversitenin ilk haftasında, uzaklaştırma alan 11 öğrenci ve türbanın İstanbul Üniversitesi mentalitesinde kabul görmeye başlaması, bu tavrın laiklik karşıtı olduğunu düşünen öğrenciler tarafından ağır eleştirilere mağruz bırakılmıştı.

İstanbul Üniversitesi hukuk fakültesinde okuyan yakın bir arkadaşımın yardımlarıyla, Beyazıt Kampusu’nün kapılarından geçebildim. Beyazıt Kampusu, şehir merkezinde, yalnızca tarihi binalardan oluşan, görkemli kapısı ve sayısız güverciniyle devasa bir eğitim kurumu. Kampusun dört ayrı giriş kapısından, ikisi akademik kadro ve arabalara, diğer ikisiyse yaya öğrencilere tahsis edilmiş durumda. Güvenlik problemlerinin sıkça yaşandığı üniversitede, okul dışından bir misafirin okula girebilmesi oldukça zordu. Güvenlik görevlileri her öğrencinin öğrenci kartlarını büyük bir itinayla inceliyor, Avcılar kampusunden olanları bile okula alamıyorlardı. Bense, okulun öğrencisi olduğumu, ancak kartımın henüz hazır olmadığını söyleyerek, hukuk fakültesinde okuyan başka bir arkadaşımın öğrenci numarasıyla giriş yapabildim. Arkadaşlarım, sınav dönemlerinde kart taşımanın şart olduğunu, normal bir günde yalnızca öğrenci numarasının yeterli olacaklarını söyledikleri için rahattım.

Okula girdikten sonra, önümde uzun, ağaçlıklı, rektörlük binasına doğru uzanan bir yol belirdi. Binalar ve kampus etkileyici görünüyordu. Yürürken etrafıma dikkat ettiğimde, Ticaret ya da Bilgi üniversitelerinden farklı olarak, öğrencilerin dış görünüşleriyle ilgili çok daha rahat davrandıklarını fark ettim. Öğrenciler eşofmanlar ve günlük kıyafetlerleydi. Okula girdiğimde, türban üstüne şapka takmış olan birkaç kişi de gözüme ilişti. Okulun otoparkı öğrencilere açık olmakla birlikte, fazla rağbet görmüyordu. Araçların çoğu-bana söylendiğine göre- öğretim görevlilerine aitti.

Hukuk fakültesi binası, genelde olayların başlangıç noktası olarak belirlenmişti. O gün de binanın sol tarafında bir masada oturan üç öğrenci ‘iktidar yanlısı’ olarak gördükleri rektöre ve eğitim hayatlarına ara vermek zorunda kalan arkadaşlarının durumuna tepki gösterebilmek için öğrencileri bilinçlendirme çalışmaları yapıyorlardı. Kendisiyle konuşabilme fırsatı bulduğum, jeoloji mühendisligi bölümünde ögrenci olan Tuncel Akın (21) kendisi ve arkadaşlarının yıllar boyu emek verdikleri ‘Sosyalist Düşünce Klübü’ nün de Avcılar kampusundeki tüm klüpler gibi kapatıldığını ve şu an İÜ’de bir öğrenci klübü kurulmasının neredeyse imkansız olduğundan bahsetti. Öğrenciler bu döneme ‘sıkı yönetim’ ismini takmışlar. Tuncel geçen sene okulun ana giriş kapısının önünde rektörlüğe karşı yapılan bir haftalık eylemden de bahsetti. Öğrencilerin bir hafta çadırlarda kaldığını ve üniversitenin şu an izlediği politikaya karşı sayısız planları olduğuna da değindi.

Okuldaki sosyal, sportif ve teknolojik imkanlar, özel okullardaki kadar konforlu ve lüks olmamakla birlikte yine de yeterli düzeyde. Üniversite, bir halı saha, birden çok basket sahası ve tenis kortuna sahip. Yakın dostum Can Yılmaz (20, hukuk) bu imkanların İstanbul Üniversitesi’nin devletten en çok yardım alan ve en geniş fonlara sahip olan üniversite olmasından kaynaklandığını belirterek, üç çeşit yemek ücretinin 75 kuruş olabilmesinin de aynı sebepten olduğunu savundu. Geçen sene yemek fiyatlarının 50 kuruştan 75 kuruşa çıkması da, öğrenciler arasında bir kaosa sebep olmuş, büyük tepkilerle karşılanmıştı.

Beyazıt kampusu yaklaşık 7000 kişilik bir öğrenci nüfusuna sahip. Bu kalabalıkta dikkatimi çeken; öğrencilerin rahat tavırlarıydı. Kız- erkek ilişkileri, sigara, hatta alkol bile garipsenmiyordu. Yeni rektörün bu konuda daha hassas olduğunu belirten Can Kocadağ (20, siyaset bilimi) geçtiğimiz sene, derslere katılabilmek için başlarını açmak zorunda olan öğrencilerin bu sene rahatlıkla derse girebildiklerini belirtti. Bunun bir sorun olmamasının dini özgürlükler açısından büyük bir adım olduğunu belirten Can K., üniversitedeki türbanın da siyasi bir propaganda olduğunu düşündüğünü belirterek, propaganda özgürlüğünün okuldan atılan arkadaşlarına da verilmesi gerektiğini de ekledi.

Öğrenci sayısı fazlalığından, derslerin amfilerde yapılması ve teknolojik desteğin devlet yardımlarına rağmen minimum seviyede olması da gözlemlerim arasındaydı. Dersler 300-450 kişilik amfilerde verilmekte ve öğrenciler öğretmenleriyle uzun ofis saatleri paylaşamamaktaydı. Ece Saçkeser (19, iletişim) ‘Kamera, stüdyo, uzun slayt şovları bizler için yalnızca hayal ürünü; ancak eğitim kadrosundan son derece memnunum. Öğretim görevlileri bize ders dışı zaman ayıramasalar da, onlarla geçirdiğimiz zaman yine de değerli’ şeklinde konuştu.

İstanbul Üniversitesi’ne genel bakışım ise bu yöndeydi.

İki üniversiteyi karşılaştırmak, sıkça söylendiği gibi elmalar ve armutları karıştırmak gibi amaçsızca bir girişim. Ekonomik yetersizlikler, sosyo-ekonomik koşulların getirdiği farkındalık ve bilinç, siyasi tutum, kampus hayatı ve üniversitelerin imkanları birbirinden çok farklı olmakla birlikte, bana iyi bir ders de verdi. Öğrenci ve okul hayatlarının bu kadar farklı olması ‘adil’ ya da ‘adil olmayan’ tanımlamalarıyla masaya yatırılması gereken bir konu değildir. Her üniversitenin kuruluş amacı, farklı vizyon ve misyonlara sahip oluşu, ülkemizde de farklı vizyonların hayat bulabilmesi ve çoğulculuk anlayışına sahip gerçek bir demokrasi anlayışının inşa edilebilmesi açısından hayati bir önem taşımaktadır. Ne de olsa üniversite, özgür düşünce ve farklı hayat tarzlarının sentezlendiği bir eğitim ve öğretim kurumudur. Vakıf, devlet, varlıklı veya kısıtlı imkanlara sahip üniversiteler, farklı görüş ve hayatların temsilcileridir. Nerede olursa olsun, üniversite öğrencisi olmanın hayat değiştirici bir deneyim olduğu tartışılamaz. Bahçesinde güvercinler ya da bir Starbucks şubesi olsa bile...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder