1 Mayıs 2011 Pazar

Ban the Banning!

İnsanoğlunu diğer canlı türlerinden farklı kılan en önemli özelliği şüphesiz, onun düşünen, içgüdüleri ile değil aklı ile hareket eden bir varlık olmasıdır. İnsanlığın en büyük düşünürlerinden Descartes, "Düşünüyorum, o halde varım," diyerek felsefi aktivitenin "insanlık" ın temeli olduğunu kanıtlamıştır. Peki; düşünebilmenin bizleri diğer canlılardan ayıran temel özellik olmasının bilinmesine rağmen; entelektüel çabanın ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı veya engellendiği bir yaşama alanında tamamen var olabilmemiz mümkün müdür? 


İfade özgürlüğü gerek birey açısından, gerek farklı ve yeni fikirlerin yayılmasını sağlamakla toplum açısından  büyük önem taşımaktadır. Yeni fikir ve taleplerin ifadesi kurulu sistem içindeki kusurların ortaya  çıkarılmasında önemli bir etkendir. Bu sayede, yanlışların ayıklanması, çözüm getirmediğine inanılan fikirlerin ve yöntemlerin değiştirilmesi mümkün olacaktır. Dolayısıyla, güvenli ve huzurlu bir toplum hayatı karşı fikirlerin susturulması ile değil, açık tartışma imkanlarının sağlanmasıyla gerçekleşebilecektir. Bu özgürlüğün en kritik olduğu alan ise; şüphesiz hükumet ve halk arasındaki iletişimi sağlayan medyadır.


Geçtiğimiz hafta Bilgi Üniversitesi'ne konuk olan Prof. Haluk Şahin'in de değindiği medya ve sansür konusu; ülkemiz ve dünyada temel hakları engellenen tüm bireylerin, üzerinde eleştirel bir yaklaşımla düşünmesi gereken bir ihlaldir. Medya ve ifade özgürlüğündeki sansür; politik bir husus değil, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile korunan hak ve özgürlüklerimizin temelidir. 


  
Çoğunlukla bir devlet politikası olarak karşımıza çıkan "sansür" kavramı kısaca açıklanacak olursa çeşitli kavramların farklı yollarla kontrol altına alınması olarak tanımlanabilir. Sansürün temel amacı toplumu korumak ve devletin rahatlıkla kontrol edebileceği bir hale getirmektir. Şahin'in de değindiği gibi sansür genellikle tüm toplumu etkileyen hususlarda uygulanmakta, bazı durumlarda ifade özgürlüğünü bastırma amacı gütmektedir. Sansür kelimesi sıkça ülkemizde yaşanan güncel olaylar ışığında  değerlendirildiğinden, akıllara gelen ilk anlamı ifade özgürlüğü ile ilgili olsa dahi; aynı zamanda kitle iletişiminden bir takım fikir ve konseptleri elimine etme yoluyla algıya hükmetme eylemi anlamı da taşımaktadır. 


Yukarıda altını çizdiğim tanımlar yanında, burada odaklanmak istediğim asıl nokta; medya sansürü ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Geçtiğimiz aylarda Türk ve dünya medyasında büyük yankı uyandıran "medya sansürü" evrensel bir skandal halini almaktadır. Hepimizin bildiği gibi; Ocak 2011'de eski Mısır lideri Hüsnü Mubarek'e karşı tarihi bir bağımsızlık mücadelesi veren Mısır devrimi; çağımızın yeni silahı olarak adlandırılan iletişim araçlarına ve medyaya konan sansüre karşı doğmuştu. Yine, ülkemizde de örneklerine sıkça rastladığımız Ahmet Şık davası, tutuklamalar ve erişimi engellenen youtube, blogspot vb.websiteleri; kamuoyunda büyük soru işaretleri bırakmakta, herhangi bir medya organına uygulanan sansür  akıllarda, "Korkunuz nedir?" sorularını bırakmaktadır. Prof. Şahin'in de değindiği gibi, medyanın verebileceği seksist, ırkçı ve buna benzer nefret içerikli mesajlara uygulanabilecek olan devlet sansürü, barış ve huzurun sağlanabilmesi açısından haklı bulunabilir; ancak her tür düşüncenin engellenmesi veya belli bir kalıba uydurulması yasayla korunan basın özgürlüğüne  ters düşmektedir.


   Yazının başına dönecek olursak; ifade özgürlüğünün özellikle medyaya yansımasının gerekliliğine anlam kazandırmış olabiliriz. Kontrolsüzce ve siyasi çıkarlardan ötürü uygulanan hükumet sansürü toplumlarda bastırılmışlık ve kaos durumları yaratabilmekte, demokratik değerlerin ön planda olduğu 21. yüzyılda, sansür oldukça tehlikeli ve isyankar bir güç yaratılmasına ortam hazırlayabilmektedir.


Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası'nın 26. Maddesi; şu an ülkemizde "sıcak" bir tartışma olan ifade özgürlüğü ve medya sansürü konusuna şüpheye yer bırakmayacak bir açıklama getirmektedir.  "  VIII. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü,radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümlere, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz."


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yasaları da ülkemiz anayasası ile neredeyse özdeş değerlere sahip maddeler oluşturmuştur. Tüm bunlar göz önüne alındığında; yaşanan medya ve sansür trajedisi hükumetlerin değil, bizzat bizlerin hataları olarak karşımıza çıkmaktadır. Özgür düşünce ve demokrasinin bağımsız medya ile desteklenebilmesi yasalarla değil, vatandaşların ve basının yasaları tanıma ve haklarına sahip çıkmalarıyla mümkün olacaktır. Bilinçlenme ve özgürleşme medya ile, medya bağımsızlığı ise yine bizlerin çabalarıyla varolacaktır. Daha ideal ve sansürsüz bir ortam için; yasaklar yasaklanmalıdır!













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder