12 Mart 2012 Pazartesi

The Help to see the reality?

Yardımcıların yardım çığlığı The Help, Türkçe adıyla Duyguların Rengi Martin Luther King Jr. önderliğinde yürütülen 60ların vatandaşlık hakları hareketi, nefret suçları ve ırkçılık üzerine yapılan bir başka film daha. Peki bu filmi aynı temayı işleyen onlarca filmden ayırarak, geçtiğimiz hafta dağıtılan Akademi Ödülleri’ne kadar taşıyan ve filmdeki performansıyla En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan Octavia Spencer’ın dakikalarca ayakta alkışlanmasını sağlayacak kadar özel kılan farklı bir yanı var mı? Film 1960larda, ABD’nin günümüzde dahi hala en cahil ve bağnaz eyaletlerinden biri olarak bilinen Mississipi’nin Jackson şehrinde konumlanmış. Öykü ise acaba çan etekleri, güneye karşı koymayı başarabilmiş “fazla beyaz” tenleri, her biri Cumhuriyetçi, iyi Hıristiyan, körü körüne ırkçı ve umutsuzca Hitchcock kızlarına benzemeye çalışan güneyli aksanlarıyla birkaç beyaz kadın ve siyahi hizmetçilerinin öyküsünden daha fazlası olmayı başarabiliyor mu?
 The Help En İyi Kadın Oyuncu Oscar Adayı Viola Davis’in karakteri Aibileen Clark’ın “Siz olmak, sizin yerinizde olmak nasıl hissettiriyor?” sorusuna cevap verebilme çabasıyla açılıyor. Paragrafları diyaloglara tercih eden, fazla konuşmayıp, sessizce acı çeken yüzlerce hizmetçiden biri Aibileen Clark. Kariyerinin en güçlü performansını sergileyen Davis’in çok da uzun olmayan bir süre önce gençlik filmlerinin asi kızı olarak izlediğimiz Emma Stone, nam-ı diyar Skeeter Phalen’a verdiği röportajla açılan film izleyiciyi elbette korkutuyor.  Bunlara bir de M. Night Shyamalan filmlerindeki fantastik rollerinden sıyrılarak gerçeğin acı çölüne düşüp, “bok turtası”yla cezalandırılan Bryce Dallas-Howard eklenince bir adım geri atıp büyük resme bakıyor, şaşırarak kaos içerisindeki “neredeyse güzel” harmoniyi yakalıyoruz. Senaryo yazarları Taylor ve Stockett’in eleştiri kısmında ayrıca ele alınması gerek tabii. Uyarlama bir senaryonun yaratabileceği tuzakların çoğuna düşmelerine rağmen az bir hasarla atlatıyorlar bu yolculuğu. Boşa giden pek çok sahne arasından adım adım beklenen sona doğru yaklaşıyoruz. The Help’in Jessica Chastain gibi beklenmeyen sürprizleri de yok değil; fakat bu asil mevzuyu gözler önüne sermeye çalışan, beyaz halkın ve cehaletin özeleştirisi niteliğinde alkışlanan filmin en büyük sorunu “gerçek” olgusu ile.
Siyahların perspektifinden “acı” yı anlatan cesur, idealist, beyaz kız ve siyahi hizmetçiler… Şehrin elit kesiminden gelen, iyi bir evlilik yapması beklenen Jackson kızı Skeeter’ın yerel gazetede küçük bir işe girip pek çok kişinin kaderini değiştirmek için yazarlığa soyunmasıyla kuruluyor olay örgüsü. Asil, elinden her iş gelen, masum tabir-i caisse “kan içip kızılcık şerbeti” demeyi bilen Aibileen (Davis) ve daha karakteristik, güneyli mutfak dâhisi Minny (Spencer) ile iş birliği yapmasıyla dallanıp budaklanıyor. Skeeter’ın New York editörünün daha çok sese ihtiyaç duymasıyla tıkanan proje Medgar Evans’ın cinayeti ile gereken “paylaşım isteği” ni yakalıyor.  Mississipi Burning ve Steel Magnolias yolunda, belki biraz daha kısık bir tonla ilerliyor The Help. Eğer bu karışım sizin Oscar adayınız, “iyi harcanmış iki saatiniz” ise daha fazla vakit kaybetmeden kurulun The Help’in karşısına; fakat bu kombinasyonun ikiyüzlülüğünün göz ardı edilmemesi gerek. Mississipi Burning’de de karşımıza çıkan “şeytan”, “pasif” veya “tek kelimeyle mükemmel” beyazlar maalesef The Help’de de kırılabilmiş bir klişe değil.  Bryce Dallas Howard’ın hijyen miti propagandasıyla süslenmiş bağnaz karakterinin yanısıra, Minny’yi canavar kocasından kurtaran sevimli çift ve Ahna O’Reilly’nin karakteri “alem ne der” Elizabeth Leafolt beklenen üçlünün temel taşları.  Tüm bu canavar karakterlere rağmen, filmin bir şekilde direksiyonu tamamen yanlış yöne kırması şaşılacak bir sonuç.  Climax’den sonuca doğru giden yolda The Help Mississipi’deki kan donduran ırkçılığının çoğunun “mahalle baskısı” eseri olduğu gibi tamamıyla yanlış ve kolay bir sonuca yöneliyor.  Filmin bir diğer zayıflığı ise yan karakterler ve alt öykülerin bir yerde ana öyküyle ilgilerinin tamamen kesilmiş olması. Skeeter’in Stuart romantizmi karakterin bir lezbiyen olmadığını kanıtlamak dışında ne karakterin kendisi, ne de öyküye “hiçbir şey” katamıyor.
The Help ile ilgili can sıkan asıl konu daha iyi, daha doğru, daha güçlü ve gerçek bir filme işaret eden bazı geçici ve güçlü an ve sahnelerin varlığı. Octavia Spencer’in Skeeter’ı karşısına alıp, "I need to see you square-on at all times” sözüyle kendine bağlayıp, Amerikalılara biraz daha derin bir empati ile yaklaşıldığı bazı anlar… Tüm aktör ve aktrislerin mükemmel performanslarına rağmen yukarıda bahsettiğim anların çoğu Davis ve Spencer’a ait. Aktrislerin bir yaşam dolusu acıyı anlatıp, bir dakika içerisinde bu acıda buldukları bir tutam eğlence ile saniyelik kıkırdamaları ile “gerçek” ten daha dokunaklı bir hal alan The Help üzülerek belirtiyorum ki belli kalıpların içine hapsolmuş büyük bir potansiyel kaybı. 
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder