1 Kasım 2010 Pazartesi

YORGUN EDEBİYAT

Beşiktaş'ta denize karşı oturuyorum. Evet, aklınıza gelebilecek her türlü klişe gözlerimin önünde. Vapurlar kıyıya yanaşıyor, güneş ışınları denizin üzerinde beyaz beyaz parlıyor; dalgalar, köpükler, martılar vesaire bu tablomsu görüntüde yerlerini okuduğunuz pek çok Necip Fazıl şiirinde olduğu gibi almış bulunmaktalar. Akşam üstü; Ahmet Haşim gibi çirkin bir adamı bile güzel olduğuna inandıracak, sevilmeyen bir kadını tatmin edercesine gülümsetecek, son sigarayı söndürmekten bile kaçınmayacak gibi güzel yine bugün.

Sonbahar son oyunlarını oynuyor; parlak bir güneşle çıkıyor karşımıza. Son kahkahayı atmak üzere bekleyen hınzır bir çocuk gibi pusuda. Yahya Kemal'in taptığı, Halit Ziya'nın durmak bilmeden anlattığı, Sait Faik'in dinlediği günahlar şehri; kaosun başdöndürücülüğü, masumiyetin öldürücülüğü, kozmopolitliğin bölücülüğü ve vaziyetin üzücülüğüyle kapatmak üzere bir sahneyi daha. Yine alkışlanmadan, selam vermeden, sessizce, tatminsiz...

Nereden çıktı bu melankoli? Sonbaharın gelişiyle ilişkilendirilebilir belki de bu durum. Yaz aşklarının sona erişi, güneşli gün sayısının eksilişi ve insanların işlerinin başlarına geçişiyle coşku durulur, melankoli bulur bu defa da bizleri. 'İstanbul Kanatlarımın Altında' dan 'İstanbul'u Dinliyorum, Gözlerim Kapalı' ya geçişler başlar. Ucuz Roman, Ağır Roman'a, Woody Allen Bertolucci'ye bırakır tahtını.

Aşık olmalar başlar. Alışma süreci hızlanır, sonbahar sizi can damarınızdan koparır. Kokteyller şaraplara, deniz kenarları yaprakları dökülen ağaçlıklı parklara devreder sultanlığı. Bir döngüdür başlar yine.

Tüm bu duygusal değişimler bizleri ya fotoğraflar çekmeye, ya resimler, besteler yapmaya, ya da bana olduğu gibi edebiyata sürükler. Sanatsal yanımız, coşku mevsimi yazın ardından hafif bir sarsıntıyla dirilmiştir sanki. Elbet dikkatinizi çekmiştir. Çoğu edebiyat sanatçısı sonbaharın hüzünlü tonunu yansıtmışlardır eserlerinde hep. Ahmet Hamdi'nin yazdığı bir şiirin küçük bir kısmı geliyor aklıma mor günbatımı karşısında.

 Yan yana sessizce mevsimle keder
 Hicrana aldanmış kalbimde gezin
 Esen rüzgarlara sen kendini ver. 

Benim de şiir kitaplarını raflardan kurtarmam ve anlatmaya çalıştığım ruh haline geçtiğimi anlamam ipodumda en çok dinlenen şarkıların The Eagles'ın Desperado'su ve The Beatles'ın Blackbird'ü olduğunu görmemle gerçekleşti. Nerede kalmıştı Take It Easy ya da Twist and Shout? Ah, evet. Yazın uzun gündüzleri, sıcak kumları, yıldızlı geceleri ve gelip geçici aşklarında tabi. Şimdi bitmek bilmez yağmurun, şiir kitaplarının, bıraktığımız yere geri dönmenin ya da yeni başlangıçların mevsimi. Take It Easy (Rahatla! Aldırma!) tabiri masadan kalkmış, önümüze yeni bir sezon açılmış anlayacağınız.

Beşiktaş'ta denize karşı oturuyorum, evet. Martılar yerine insanları, deniz yerine kalabalığı izliyorum. İnsan manzaralarına diktim gözlerimi Nazım gibi, kelimeleri toparlamaya gayret ediyorum. İnsanların çoğu, yere dikmiş bakışlarını düşünüyorlar. İşlerini, sevgililerini, paketlerinde kalan sigaraların sayısını... Ben de düşünüyorum. Okuduğum şiirleri düşünüyorum. Aziz Nesin demişti ya 'Kurtarırsa kurtarır ancak, yine şiire tutunmak.' Ben de öyle yapıyorum belki de. 

Yılın bu yaprak döken, kalp kıran zamanı nasıl da dokunuyor hepimize. Yorgun bir durgunluk nasıl da pençesine alıyor bizleri. Erkenden uykuya yenik düşüp, yine de çalar saatlerimizle savaşıyoruz sabahları. Çok düşünüyoruz, çok ölçüp biçiyor, yeniden yapılandırıyor, durum değerlendirmesi yapıyoruz belki de bundan. Kimimiz 'Nerede kalmıştık?' sorusuna takılmışken, bazılarımız 'Nereden başlayacağız?' ın esiri olmuş. Sizler de bu gruplardan birine dahilseniz eğer; okuyun! İnsanda bulun gücünüzü. Martılar ya da düşen yapraklarda aramayın çarenizi. 

İnsanlar ilginç varlıklar, evet. Haklarında ne kadar yazılıp çizilse de, adlarına anıtlar, filmler yapılsa da, biyografileri yazılsa da birini bile çözebilmek imkansız. Çözdüğünü sanmak ise şüphesiz bir ilüzyon. Ataol Behramoğlu'nun dediği gibi yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varsa eğer; o da insanların karmaşık dünyası olmalı. Okumak yardımcı oluyor yine de çoğu zaman. Az düşünüp az okuyanlardan şiyayetçiyim bugün de, bu güzel havada, bu güzel manzarada, bu insanlar arasında edebiyat yoksunlarından şikayetçiyim. Tüm sorularının cevapları sayfalarda gizliyken, çözümleri merak etmeyenlerden.

Yağmurdan, çamurdan, soğuktan, işten güçten yıprandıklarını söyleyenler okusalar bilecekler ne kadar yanıldıklarını. Asıl sorunumuz bu yağmurlu günler değil; güneşli, berrak gibi gözüküp, içinize işleyen o soğuklardır. Sahte güneşlerdir bizleri ters köşeye yatıran. Kötü havalar değildir sorunumuz hiçbir zaman. Orhan Veli çözmüştü bunu uzun zaman önce. Bizi hep bu güzel havalar mahvetmiştir, aslında... 






1 yorum: