8 Aralık 2010 Çarşamba

İÇİMDEKİ DÜŞMAN

     4 Aralık Cumartesi günü ben ve iki arkadaşım İstanbul Modern Sanat Müzesi’nin son sergisi; İçimdeki Düşman’ı görebilmek için Tophane yoluna koyulduk. Müze ‘Body Worlds’ sergisine gelen ziyaretçilerden dolayı oldukça kalabalıktı. Kapıdaki uzun sıradan sıyrılabilmek için bir süre çabaladıktan sonra müzeye adımımızı atabildik. İstanbul Modern’in sürekli sergilenen eserlerine kısaca bir göz atıp, Ataman’ın son sergisini görebilmek için süreli sergilerin yer aldığı alt kata indik.


Merdivenlerden indiğimizde ilk karşılaştığımız eser; dairesel bir düzenle yerleştirilmiş LCD ekranlardan oluşan Cennet  isimli yapıttı. Bu çalışmasında Ataman Kalifornia’nın elit kesiminin yaşadığı Orange Country’de ikamet etmekte olan yirmi dört kişinin ‘yeryüzündeki cennet’ konusundaki fikirlerini yansıtmaktaydı. Film edilmiş kişiler on üç-elli beş yaşları arasından seçilmiş, çeşitli mesleki grup ve tarzların temsilcileriydiler. Son model bir arabayı anlatan yeni yetmelerden hayatını kamu servisine adamış yetişkin bayanlara ve profesyonel palyaçolara kadar pek çok hayatın ve hayallerin anlatıldığı videolardan on beş tanesini dinleyerek Ataman’ın eseriyle vermeye çalıştığı mesajı anlamaya çalıştık. Ayrı ayrı beşer video izledikten sonra Ataman ile ilgili uzun bir beyin fırtınası yapabilme fırsatımız oldu. Videolar hayallerin yanısıra; onlara ulaşabilmenin zorluklarından ve imkansızlıklardan da bahsediyordu. Bana göre bu yorum, serginin ismiyle birlikte değerlendirildiğinde açık bir sonuç vermekte. Hayaller ve onlara ulaşabilmenin imkansızlığı karakter gelişimimizde bizlerin en büyük düşmanları ve aklımızı meşgul eden bu sorunlar bütünü, dış etmenlerden değil tamamen iç dünyamızın karmaşasından kaynaklanmakta. Ataman’ın videoları mesaj verebilme konusunda bir sonuca varabiliyor olsa da, röportajların çoğu kendilerini tekrarlayıcı, uzun ve sıkıcıydı.


Cennet eserini inceledikten sonra, ekranların hemen yanındaki Bu bir fasit daire isimli yapıta yöneldik. Eser tam daire şeklinde yerleştirilen on iki ekrandan oluşmaktaydı. Ekranların tümünde Berlin’de yaşayan Jamaikalı bir göçmen, hayatı ve deneyimlerini anlatıyor ve göçmen olmanın zorluklarından bahsediyordu. Bu bir fasit daire’nin dili de Cennet gibi İngilizce idi. Ses kalitesinin kötülüğü ve on iki ayrı ekranın aynı anda konuşmasından kaynaklanan karmaşa anlatılanların anlaşılmasını neredeyse imkansız kılıyordu. Arkadaşlarım ve ben anlatılanlar konusunda tam bir anlaşmaya varamamış olsak da; birbirine bakan ekranların konuşmacının kendi yayınının alıcısı olması ile ilgili olduğu sonucunda uzlaşmaya varabildik. Jamaikalı genç, ‘yaptığı suçlamaların hem davacısı, hem de sanığıydı.’[1] Eser bu düşünce üzerinden değerlendirildiğinde bizlere yaşadığımız zorlukların temel nedeninin yine kendimiz olduğunu düşündürme yetisine sahip. Yapıtın vermeye çalıştığı mesaj ve bu mesajı anlatmak için seçilen yöntem ilginç olmasına rağmen, videonun yine de bu noktaya açıkça değinebildiğini düşünmüyorum. 


İki büyük video eserini de inceledikten sonra, diğer yapıtların yer aldığı salona geçtik ve hepimizi kahkahalara boğan meşhur eser Türk Lokumu’yla karşılaştık. Yapıt duvara yansıtılmış sessiz bir video idi. Görüntüde dansöz kılığında daireler çizen adam sanatçının kendisi Kutluğ Ataman idi. Sergi ilan ve posterlerinde de kullanılan bu görüntü belki de Ataman’ın İngilizce’de ‘cross-dressing’ olarak isimlendirilen karşı cinsin kıyafetlerini giyme fetişiyle alakalıydı. Ataman’ın içindeki düşman belki de sanatçının bu yanıydı ve sanatçı cross-dressing konusunda en son sınıra kadar giderek pek çok  erkek tarafından seks objeleri olarak değerlendirilen dansözlerin kılığında izleyici karşısına çıkmaktaydı.


İlgimizi çeken bir diğer yapıt ise Stefan’ın Odası idi. Kişisel favorim olan bu eser beş ekranın bir oda oluşturacak şekilde yerleştirilmesiyle meydana gelmişti. Ekranların konumları ziyaretçileri Stefan’ın odasında kısa bir gezintiye çıkarabilme amacıyla tasarlanmış idi. Stefan bir ekranda hayatından bahsederken, diğer ekranlarda ise anlatılanlar görsel kesitlerle desteklenmekteydi. Stefan’ın güveleri ve kelebekleri kendi hayatının gidişatıyla ilgili bir metafor olarak sunulmakta, Stefan da gösterilen videolarda olduğu gibi yakında bir kelebek olup uçabilecek gibi beklemedeydi. Eserin açıklama yazısında olduğu gibi, ‘Çalışma bir insanın zihnine ve düşüncelerine girmek gibi hem davetkar hem de rahatsız edici bir deneyim yaşama’ yı amaçlıyor. Bu doğrultuda Ataman’ın sergisinin en büyük başarısının Stefan’ın Odası olduğu söylenebilir.


En başarılı eserden en büyük başarısızlığa yönelecek olursak Peruk Takan Kadınlar çalışmasına da değinmemiz gerekir. Dört farklı ekranın farklı kısa filmler oynattığı eserler topluluğu tam bir fiyaskoydu. Sesler birbirine karışıyor, sonuç olarak hiçbir filmden bir şey anlaşılmıyordu. Transeksüel yaşamın anlatılmaya çalışıldığı eser gerek görüntü kalitesi gerekse birbirine karışan kısık ses ile büyük bir başarısızlık idi.


Bu eserler dışında sergilenen diğer yapıtlar, dilenciler ve dışlananlar üzerinden giderek kendimize duyduğumuz ve toplumun bizlere aşıladığı ötekileşme, dışlanma ve düşmanlık duygularının altını çiziyordu. Ataman sergisinde bazı güçlü kareler yakalayabildiyse de bana göre serginin geneli çok başarılı değildi. Dijital eksiklikler ve orijinallik yoksunluğu çeken yapıtlar izleyiciler üzerinde yaratılmak istenen etkinin gücünü azaltmakta, yer yer ise mesajı tamamen gölgelemekteydi. Tüm bunlara rağmen sanatçının fikirleri radikal ve anlamlıydı. Bazı eserlerde fikirleri cesurca yansıtılmış, bazılarında ise mizaha başvurulmuştu. Bu bakımdan İçimdeki Düşman, fikirlerin sunumu yönüyle çeşitlilik yaratabilmişti.


Sergi, 6 Mart 2011 tarihine kadar İstanbul Modern’de sunulmaya devam edecek.



[1] Ataman, K. (2010). Bu bir fasit daire. (görsel eser). İstanbul: İstanbul Modern.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder