Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya'sını okuyanlar hatırlayacaklardır. 26. yüzyılda geçen ve yeni bir dünya düzenini tüyler ürpertici bir ütopya halinde okuyucuya tanıtan bilim kurgu romanı; sayfaları çevirdikçe kanınızı donduran, 'ya böyle bir şey olursa' demeye bile korktuğunuz olay örgüsüyle hepimizi 21. yüzyıl hakkında düşünmeye sevk eden çarpıcı kitaplardan biri. Huxley'nin İkinci Dünya Savaşı patlak vermeden önce kaleme aldığı 1932 tarihli roman, yazarın kontrolden çıkmakta olduğunu düşündüğü dünyamıza verdiği tepkinin absürd bir portresi idi.
2011 yılına girmeye çok yaklaştığımız şu günlerde belki de popüler kültür ve soylulaştırma hakkında yazdığımız ödevler ve yaptığımız tartışmalar beni şu an kımıldayamayacak halde kalakaldığım yere getirdi, kim bilir! Huxley'nin eserine tekrar göz atmak ve modern dünyanın izlemeye bayıldığı 'dumbing down' adlı basite indirgeme politikasına tekrar tekrar şahit olmak da tetiklemiş olabilir tabii bu ruh halini.
Herkesin zihinlerinde daha net bir imaj yakalayabilmeleri için tekrar geri dönmek istiyorum bu basite indirgeme politikasına. Her türlü entelektüel çabadan kaçmaya programlanmış olmak demektir bu 'yeni yöntem'. Daha geniş bir kitleye ulaşabilmek için çeşitli hilelere başvurmak; kültür, eğitim, fikirler ve yaratıcılığın sanatsal ve akademik ürünlerin tümünde ağırlığını, hatta ve hatta varlığını kaybetmesi ve yepyeni, mutlu bir toplum yaratma çabasıdır. Nedir peki bu mutluluğun kaynağı?
Thomas Gray'in de dediği gibi cehaletin gerçekten de mutluluk olduğu bir dünya düzeni anlatmaya çalıştığım. Dış dünya, politika ve ekonomi haberleri yazan gazetelerin ünlülerle ilgili dedikodular ve spor haberlerine yaptıkları yumuşak geçiş, televizyonların hayatlarımıza diziler ve realite şovları yardımıyla soktuğu bitmek bilmez dram olgusu, pop CDleri ve internetin kütüphanelerden bayrağı devralması ve buna benzer daha bir çok örnek, yaratılmaya çalışılan her yönden vasat bir toplumun sonsuz kaynaklara sahip destekleyicileridir.
Dahice yürütülmekte olan bu hükümet-medya ittifakı; vatandaşlarda bilgiye hemen ve hızla ulaşma ideasını yaratmış, daha da önemlisi bu fikrin doğru ve akıllıca olduğuna neredeyse hepimizi inandırmıştır. 'Teknolojiye şükürler olsun ki; Sheakspeare okumamıza gerek kalmıyor, internet aracılığıyla basit dilde Mac Beth'i, Kral Lear'ı ya da Venedik Taciri'ni anlayabiliyor, üstüne üstlük onlarca sayfalık metinler arasında kaybolma gereği duymadan tüm hikayenin kısa bir özetine ulaşabiliyoruz!' Yüksek kültürün JK Rowling tarafından temsil edildiği; Tolstoy, Gorki ya da Diderot gibi yazarları okumanın, Bartok ya da Bach'ı dinlemenin 'elit' bir zümrenin yaptığı bir aktivite haline geldiği, Sex and the City izlemenin hepimizin en sevdiği olgu olan 'demokratik' ve herkesin rahatlıkla kendinden birşeyler görebileceği bir beyin tatili olarak pazarlandığı toplumumuz bazılarımızın da farkettiği gibi düşünce fakirliği çekmekte ve tüketicileri bile tüketen bir hale gelmektedir.
Aklınıza gelebilecek her türlü entelektüel çabanın şiddetle bastırıldığı ve yasaklandığı Orta Çağ Avrupası'nı hatırlayın. Din kavramının getirdiği uygulamalara harfiyen uyan, korku içinde yaşayan insanlar ve dogmalardan kaçamayan bireylerin hayatta kalma çabası tarih derslerimiz boyunca hepimizi mutlaka ürkütmüş ve yaralamıştır. Peki ya bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu, sözde 'enformasyon' çağında yaşayan insanımız neden öcü görmüş gibi kaçıyor bilginin kendisinden? Felsefe ile dalga geçmenin trend olduğu 21. yüzyılın adı nasıl bilgi çağı olabildi peki? Üniversitelerin sosyalleşme alanı olarak görüldüğü, öğrencilerin en ufak bir şey öğrenmekten delicesine korktuğu bu trajedi ne zamandır hüküm sürmekte? Dünyamızın bugünkü haline baktığımda Orta Çağ Avrupası'na büyük özlem duyuyorum; cehaletin günümüzde olduğu gibi bir kişisel tercih değil, dini bir dayatma olduğu o karanlık çağa...
Huxley'nin Cesur Yeni Dünya'sıyla başlamamın sebebini anlamış olmalı romanı okuyanlar. İnsanların doğmayıp, labaratuvarlarda tasarlandığı, düşünmek ve eleştirmenin tabu, ahlaki kuralların müstechen, kişisel kimlik ve orijinaliğin vahşilik olduğu Huxley'nin dünyası ile günümüz arasındaki tek fark henüz teknolojinin bu ütopyayı yaratabilecek kadar gelişmemiş olmasıdır. Kendileri yerine düşünülmesi ve ne yapmaları gerektiğinin başkaları tarafından söylenmesini dünya üzerindeki cennet gibi gören insanlık; bugün Huxley'nin Alfa, Beta, Gama ve Epsilonları olabilmek için can atıyor, mümkünse hiç birşey yapmak zorunda olmayan Epsilon ırkının gururlu temsilcileri olabilmek için yanıp tutuşuyorlar.
Düşünmenin saygı gördüğü, toplumsal bozuklukların 'Bana dokunan ya da dokunmayan yılan yaşamasın!' zihniyetiyle karşılandığı, sanatın ifadenin en saf ve yaratıcı formunda sunulduğu modern 'Cesur Yeni Dünya' yeni ütopyamız artık. Korkak Eski Dünya'ya dönüş başladı, yeni trend ise karanlık çağ. Bir mum yakabilene aşk olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder